İslâm, insanlığın kurtuluşu için Allah’ın gönderdiği son dindir. İslâm’ın özüne bağlı kalındığı dönemlerde yeryüzü adaletin ve merhametin yaşandığı parlak zamanlara şahitlik etmiştir. Ancak İslâm dünyası son yüzyıllarda insanlığın kurtuluşu için öncülük misyonunu kaybetti. Uzun zamandır birçok hayati sorunlarla karşı karşıya kalan Müslümanların problemlerine çözüm bulamaması bir fetrete neden olmuştur.
Zahiri dindarlaşma ile batıni dünyevileşmenin at başı seyrettiği bir süreçte; asıl hırpalanma Müslümanların ruhunda, kimliğinde ve bilincinde yaşandı.
Artık ilim adamlarımız, yaşanan gelişmeleri ve dünyayı yeniden okumalı ve yorumlamalıdır.
Hakikatin bir bütün olduğuna inanıyoruz. Felsefesi ve hakikat bütünlüğü olmayan milletlerin mekteplerinin de olmayacağını biliyoruz. Asıl olan insandır. İslâm ise, insanın Allah’a yaptığı yolculuğun adıdır. İslâm’ın şekil ve sembolleri, muhtevanın yerine geçerse İslâmi bilinç ortadan kalkar. Bu nedenle model merkezli yaklaşım yerine değer merkezli tasavvuru öne almalıyız.
Tarih sadece geçmişle alakalı bir durum değil geleceği de inşa eden bir öznedir. Bu çerçevede vakıf müesseslerimiz, beytu’l hikmelerimiz, Nizamiye ve diğer medreselerimiz, fütüvvet hareketlerimiz ve Ahilik teşkilatımız gibi kurum ve uygulamalarımız, geleceğimize ışık tutan tarihi zenginliklerimizdir.
Geçmişte ve günümüzde yaşadığımız her olayın tarihsel bir arka planı bulunmaktadır. Bu gerçeklik görülmeden meselelerin sağlıklı değerlendirilmesi mümkün olmayacaktır. İslâm düşünce geleneğinde görülen ve bugün farklı tezahürleri ile karşımıza çıkan; Sünnilik, Şiilik, Selefilik, Haricilik gibi akımlar da bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Hem tarih hem de Kur’an, hikâyesi olanları anlatır. Tarihin öznesi olmak, tarih oluşturmak, her şeyden önce bir hikâye sahibi olmayı gerektirir. Bizler, bu anlamlı ve tarihsel karşılığı olan hikâyeyi yazmak için varız. İnsanların hem anlam arayışına cevap veren hem de özgürlük taleplerine set çekmeyen siyasi, ahlâki bir tasavvurun mümkün olabileceğini ortaya koyabiliriz. İslâmi akıl ve algıyı devreye sokabiliriz. İslâmi bilgiyi, hikmeti, irfanı, modeli, siyaseti, sistemi üretebiliriz. Bilgisizliği, sığlığı, hoşgörüsüzlüğü, fanatizmi, grupçuluğu aşabiliriz.
Önemli olan İslâm’ın siyasallaşması değil, Müslümanların siyaset üretmesidir. Yıllardır uzak kaldığımız siyasal alanda değerlerimizle var olabilmeliyiz. Bizim literatürümüzde dini hayat, her şeyin üzerinde yükseldiği topraktır. Aslında iktidar, siyaset, din ilişkisi toprakla onun üzerinde var olanlar arasındaki ilişki gibi olmalıdır. Kadim tarihimize baktığımız zaman bir okul olan cemaatlerimiz onlarca siyasi lidere ve teşkilata hatta birçok devlete istikamet üzere oldukları sürece ilham vermişlerdir. Din topraktır, siyaset süreçseldir, toprak üzerinde var olan mevsimsel devinimlerdir.
Cemiyet ve cemaatlerimiz toplumu ayakta tutan ana unsurlardır. Cemaatler insan eliyle kurulan yapılardır, Allah’ın rızasına ulaşmak için birer vesiledir, gaye değildir. Sivil yapılar devlete yaslanarak varlığını sürdüremez, nitelikli insan yetiştiremez.
Devlet de sivil yapıları denetim altına alarak geleceğini teminat altına alamaz. Siyaset kurumu her biri bir ocak olan bu yapıların yetiştirdiği kaliteli insanları hayatın içine taşıyan sosyal yapılardır. Cemiyet ve cemaatler toplumsal hayattaki çalışmalarıyla değerler ekseninden bir iklim oluştururlar.
Siyaset de bu iklimde bu değerlerin sâlimen hayata geçirilmesini sağlar. Ancak siyasetin öncülük ettiği iklimler kırılgandır. Bugün siyaset ile ahlâk, cemaatle siyaset, cemaatle ahlâk arasında ciddi bir tartışma yaşanmaktadır. Günümüzde cemaatlerin ve siyaset kurumlarının belirgin bir ahlâk krizine girdiğine de şahitlik etmekteyiz.
Siyasette temel şiarımız herkese adalet, herkese hürriyettir. Dünyada bir kişi dahi özgür değilse, hiçbirimiz özgür sayılamayız. Devletler kendileri için sınırlar tayin edebilir. Derdi, davası ve sorumlulukları olan bizlerin bu sınırlara bağlı kalınan bir hayatı yaşaması mümkün değildir.
Bireyselleşme ve dünyevileşmenin önünde en önemli engel olması gereken cemaatler, küçük hesaplar ve kaygılar dolayısıyla kendilerine ve İslâm’ın onuruna halel getirmemelidir. Ahlâk olmadan hukuk; hukuk olmadan toplum ve devlet olmaz. Menfaat, yaşamak; ahlâk ise yaşatmak ister. Müslümanlar devlet içinde adaleti, ahlâkı kaim kılmak için bulunurlar.
Artık aynada kendisine dürüstçe bakabilen ve tarihi ile yüzleşebilen cemaat ve siyasete ihtiyaç vardır. Yeniden yorumladığımız yeni dünyada ve Türkiye’de yükümüz ve yükümlülüklerimiz artıyor. Darbelere, çetelere, faili meçhullere, vesayetçiliğe, parelel yapılanmalara, inkâr politikalarına, ayrımcılığa, zulmün ve şiddetin her türlüsüne karşı durabilen bir Türkiye, millet olarak arınabilir ve güçlü bir gelecek vizyonu inşa edebilir.
1960 Darbesi sonrası oluşturulan tüm vesayetçi kurum ve kuruluşlar ortadan kaldırılmalıdır. Yeni toplumsal muhayyileyi dikkate alan toplumsal sözleşmeyi hep birlikte yapmalıyız. Yeni Türkiye, eski Türkiye’nin en belirgin özelliği olan ceberrutluktan, her alanı biçimlendirme isteğinden vazgeçmelidir. Devlet kendi sınırlarına çekilmeli, sivil alanın ve yerel yönetimlerin inisiyatifini artırmalıdır.
Yeni Türkiye yüz yıllık sorunlarını çözme konusunda attığı kararlı adımlarını cesaretle sürdürmelidir. Kürt, Alevi, Ermeni, Roman, gayr-i müslim ve dindar vatandaşlarıyla sorunlarını çözmüş bir Türkiye, daha güçlü ve gerçek bir Türkiye olacaktır.
Türkiye’nin ve İslâm dünyasının yüz yıldır genetiği ile oynayan emperyalistlerle de her alanda hesaplaşmamız sürmelidir.
Anadolu Platformu, içinde bulunduğu zamanın gerektirdiği sorumlulukların farkında olan bir yapılanmadır. Tarihsel sorumluluğu dolayısıyla duyarlı, nitelikli insanlar yetiştirmiş ve kurumlar oluşturmuştur. Şeffaflık, açıklık, ahlâkilik, katılımcı meşveret, kurumsal önderlik ilkelerini geleceğin inşasında hayati önemde görmektedir. İnandığı değerler doğrultusunda milletine yaslanarak ümmet tasavvuru içerisinde hareket eder.
Elbette bu çabaların tarihsel bir karşılığı olacaktır. Ortak akılla ürettiğimiz ortak hedeflerimize her zamankinden daha yakınız. Milletten yeniden ümmet olma sürecine doğru ilerlerken her vicdan taşıyan insanımıza sorumluluk düşmektedir. Siyasetçilerimiz ile cemaatlerimiz ahlâki bir zeminde kendini yenilemeli ve yeni süreçte rol üstlenmelidir. Zamanı anlamlı kılan, bizim şimdiki zamanda yaptıklarımızdır.

Anadolu Eğitim ve Davet Gönüllüleri Platformu